Dostluk konusu ile başladığımız hikaye serisine bu kez aile ile alakalı kısa bir hikaye ile devam ediyoruz. Bu hikayelerin amacı, hikaye okurlarına bizden kısa ve tatlı hikayeler sunmaktır. Hikaye yazma ödevi olan kardeşlerimize de örnek bir hikaye sunmuş olmaktır. Yazmak, ancak çok okumakla mümkündür. Nice yazarların yetişmesinde, istifade etmesinde minicik bir hizmet olmasını umarız.
Aile İlgili Hikaye
Güneş, Bursa’nın yeşil tepelerine usulca veda ederken, Uludağ’ın eteklerindeki şirin bir mahallede, Yılmaz ailesinin evinden mis gibi yemek kokuları yükseliyordu. Bu koku, sadece lezzetin değil, aynı zamanda huzurun ve bereketin de habercisiydi.
Ailenin reisi Hasan Amca, gençliğinde mobilyacılık yaparak helal rızkıyla dört çocuğunu büyütmüş, şimdi ise torunlarına masallar anlatan bilge bir dedeydi. Eşi Ayşe Teyze ise evin güler yüzü, merhametli kalbi ve mutfağın usta şefiydi.
O akşam, Yılmaz ailesinin en küçük kızı Zeynep‘in tayini çıkmıştı. Anadolu’nun ücra bir kasabasında öğretmenlik yapacaktı. Aile, bu hem gurur verici hem de hüzünlü olayı kutlamak için bir araya gelmişti. Sofrada Ayşe Teyze’nin özel tarifi olan kuzu güveç, pirinç pilavı ve bol köpüklü ayran vardı.
Yemek yenirken, Hasan Amca söze başladı: “Evlatlarım, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: ‘Sizin en hayırlınız, ailesine en hayırlı olanınızdır.’ Bizim kültürümüzde aile, kalenin duvarları gibidir. Birbirimize destek olursak, hiçbir rüzgâr bizi yıkamaz.”
Büyük oğlu Ali, inşaat mühendisiydi. Hemen atıldı: “Baba haklısın. Zeynep, oraya gittiğinde kendini yalnız hissetmesin. Ben, birkaç gün izin alıp oradaki ilk ev kurma işlerine yardım edeyim. Eşyalarını yerleştirelim.”
Ortanca oğlu Mehmet ise marangozdu. “Ben de bir hafta sonu gidip, ona rahatça ders çalışabileceği küçük, kullanışlı bir çalışma masası yaparım. El emeği, göz nuru bir hediye olsun.”
Gelinleri Fatma, tebessümle araya girdi: “Ben de Ayşe Teyze’den öğrendiğim o meşhur mantıdan yapıp kargoyla göndereyim. Ev yemeği özlemini biraz dindirir.”
Zeynep, gözleri dolarak baktı onlara. “Canım ailem… Benim için en büyük güç, sizin bu gönül birliğiniz. Maddi destekten çok, bu manevi arka çıkışınız beni dünyanın en şanslı insanı yapıyor.”
Ayşe Teyze, Zeynep’in elini tuttu. “Kızım, biz biriz. Sen orada binlerce çocuğa ışık olacaksın. Unutma, ‘Bir elin nesi var, iki elin sesi var.’ Biz senin arkandayız. Senin başarın, hepimizin başarısıdır.”
Hasan Amca, yemeğin sonunda ellerini açtı ve samimi bir dua etti: “Allah’ım, bu sofra gibi, hanemizden bereketi, kalbimizden muhabbeti eksik etme. Bizi daima birbirine kenetlenmiş, hayırlı bir ümmet eyle.“
O akşam, Yılmaz ailesinin sofrası sadece karınları doyurmakla kalmadı, aynı zamanda aile bağlarını daha da güçlendiren, şükür ve sevgiyle dolu bir Gönül Sofrası oldu. Zeynep, ailesinin desteğiyle huzurlu bir kalple yeni görevine hazırdı. Türk-İslam ahlakının en güzel nişanesi olan sıla-i rahim (akrabalık bağlarını koruma) görevini yerine getiren bu aile, mahallelerine örnek olmaya devam edecekti.
Aile ile Alakalı bu Hikâyeden Çıkarılacak Ders ve Özet
Bu hikâyeden çıkarılacak en önemli ders, Türk-İslam kültürünün temel direği olan aile birliğinin ve dayanışmanın manevi gücüdür. Yılmaz ailesi örneğinde görüldüğü gibi, bir fert (Zeynep) yeni bir hayata adım atarken, ailenin diğer üyeleri (Ali, Mehmet, Fatma ve ebeveynler) sadece duygusal destekle kalmayıp, pratik ve maddi yardımlarla (ev kurma, masa yapımı, yemek gönderme) üzerine düşeni yapmıştır. Bu durum, İslam ahlakındaki sıla-i rahim (akrabalık bağlarını güçlü tutma) emrinin en güzel karşılığıdır. Başarıya ulaşmak, zorlukların üstesinden gelmek ve huzurlu bir yaşam sürmek için, kişinin arkasında sarsılmaz bir “gönül sofrası” bulunması gerektiğini, bu sofranın maddi zenginlikten çok, sevgi, dua ve karşılıksız destekle kurulduğunu gösterir.
İkinci önemli ders ise, yaşlıların tecrübesinin ve helal rızkın bereketidir. Hasan Amca’nın bir bilge olarak aileyi hikmetli sözlerle yönlendirmesi ve yaptığı samimi dua, ailenin manevi çatısını ayakta tutar. Ayrıca, bütün bu yardım ve desteklerin temelinde helal kazançla kurulan bir hayatın olması (Hasan Amca’nın mobilyacılığı), bereketi ve paylaşma imkânını artırmıştır. Hikâye, duanın gücünü, şükrün önemini ve hayırlı bir evlat yetiştirmenin, kişinin dünyadaki ve ahiretteki en büyük sermayesi olduğunu vurgular. Neticede, Türk-İslam kültüründe hayatta kalıcı değerin, biriktirilen malda değil, gönüllerde bırakılan izde ve birbirine kenetlenmiş bir ailede gizli olduğu anlaşılır.