Uzun bir aradan sonra Küçük Hanım serisi 16 tekrar sizlerle. Yazarımız bu kadar ara vermemişti aslında editörün yavaşlığı ne yazık ki :/ Eğer Küçük Hanım Serisi 15‘i okumadıysanız ondan başlayıp buraya geri dönün derim.
Küçük Hanım -1.6-
İtidal kelimesinin asıl kökü ruh ferahlığı demek küçük hanım. Sözlükte ne yazıyor bilmiyorum lakin bendeki itidalin karşılığının ruh ferahlığı olduğu kesin. Zira insan göz aklarına toprak dolduracak bu yerde ancak itidalli olduğunda nefes alabilir gibi geliyor. Sevmek, beklemek, parmak uçlarını yarmak, üzülmek, hüzünlenmek, başarıyı istemek daha sayacağım onlarca kelimenin merkezinde itidal olduğunda olmam gereken noktada durduğumu düşünüyorum. Aynı zamanda dünyalık olan her şeye itidalli olmak sanki durmam gereken yeri ve misafirliğini insana unutturmuyor. Günün sonunda biraz olsun perde aralandığında karşılaştığım o tortu itidalli olamadığımın en büyük kanıtı. ama pes etmeyeceğim. Biliyorum ki insan en çok bir inşirah ferahlığının içinde ruhunu fark edip kendisi olabiliyor.
Hangi kapı benim kapım, hangi eşik bekleme alanım küçük hanım? Sanki basılan her zil, çalınan her kapıdan ses çıkar zannediyoruz. Ne çok zanlarımız ürüyor öyle! *Kaderin de üstünde kader olduğunu hatırlayıp bu mızmızlanmam kaçıncı çocukluk yaşımdan kalma inanın bilmiyorum. İki ismin yazılı olduğu kağıtta, sabahtan ikindinin sonuna kadar beklenen aramada, ne çok anlamlar arıyorum duysanız hayret edersiniz. Düşünüp durduğumuz bu ufak tefek sıyrıklar küçük çocukların açlıktan öldüğü bir dönemde utanmama sebep oluyor. Utanmalıyım küçük hanım, utanmalıyız.
Sanki size diyeceklerim tükeniyor, taşlar yerine oturuyor, daha fazla saklanmak isterken daha fazla suyun üstünde buluyorum kendimi. Basit ama denklem yanlış küçük hanım taşlar yerine oturuyor derken mış gibi düşünüyorum. Boşluklar dolmuş, ummadığım için küsmeler ortadan kalkmış, okumalar çoğalmış, iğneyi parmak uçlarına batırmadan kalbin odacığına asılacak işleme için niyet edilmiş yetmemiş işlemeye başlanmış, gece yarısı uykular bölünmüş ve üç nokta. Mektuplarımın devamı gelir mi artık bilmiyorum, bir eşiğin dibinde… Bir eşiğin dibinde arkası düğüm olmuş cümleleri…
Siyah kupasındaki soğumuş çayından son bir yudum alıp örtüsünü düzeltti. Masasını tuz lambası aydınlatıyordu. Biraz lambaya baktı zihnindeki kelimeler oradan oraya kaçışıp dururken nasıl cümle kuracaktı bilmiyordu. Neyseydi derince bir nefes aldı ve ” olduğu kadar” diyerek yazmaya başladı.
“Eve dönüşün ayak sesleri duyulduğu vakit koşuşturmacalarım ve bitmek bilmeyen telaşım sanki perdenin arkasından sinsice gülümsüyordu. Eve dönüş, yeni bir bilgisayar dosyasını, hastane koridorlarını, ufak oğlan ve kız çocuğunu içine alan çembere dönüştü. Gecikmenin güzelleştirdiğine ve dualara bir kere daha hayran kaldım. Ve yeniden bardakta bir karanfile benzemeyen inceliğim** ile tanıştım. Eve dönüş…”
*sezai karakoç, sürgün ülkeden başkentler başkentine
** ismet özel, kalk düğüne gidelim.