Edebiyat, pek çok kural kaide içerisinde en çok gönle dokunduğu kadar etki bırakıyor. Küçük hanım serisi böyle bir seri, Küçük Hanım Serisi 16‘yı okumadıysanız onu okuyup tekrar buraya dönmenizi tavsiye ederim.
Küçük Hanım -1.7-
anlatmaya bu kadar müsaitken çekine çekine yazı perdesini aralayacağımı söyleseler garip bir hüzünle kabul edeceğimi bilemezdim. kırılmış parçaların metaforlarca hangi gizli saklı anının anahtarı olduğunu anlamam belki de bu kadar kolay olmazdı. yağmurlu şehrin hiç bilmediğim camisinde parmak uçlarıma bu kadar baktığımı yalnızca siyah kapaklı deftere yazacağımı sanırdım. sanırım ben epeyce çok sandım küçük hanım. şimdi ufacık inceliklerin kapımı çalmasını duymazdan gelerek başka şeylere odaklanmaya çalışıyorum. sanılmasın ki iğneleri satırlara batırmak için anlatıyorum tüm bunları. iğnelerle işim yok benim, sadece artık sanmamak için dikkatli adımlar atmaya dua ediyorum. bir keresinde size dört odacığın kapısına “ kırmayınız değil tıklatmayınız kafi,” yazmak istediğimi söylemiştim hâlâ aynı şeyleri düşünüyorum zira anahtarı artık adım gibi biliyorum.
*sağır-dilsizler kongresi açılışındaki saygı duruşunun sessizliğine ihtiyacım var. bu sayfayı sükunet harcıyla sıvamak istiyorum. bir yolunu bulup harf denilen şu lekeleri biteviye çoğaltsam, münasip bir karanlık üretebilirim belki?..
bir kedinin gidişinin ardından evimizin oraya 3 kedi geldi küçük hanım. biri epey sırnaşık, biri hamile diğeri ise hâlâ korkuyor. korkan birkaç gün sonra kamerama baktı, feracemin eteklerine dolandı, peşimden geldi en sonunda dayanamayıp taşın üstüne oturduğumda karşımda öylece durdu ve bana baktı. sanırım korkması geçti ve alışmaya başladı. yüzümü gökyüzüne kaldırdığımda ise aklıma un çuvalına sarılmış Gazzeli küçük oğlan çocuğuyla beraber şu ayet geliyor: **Biz senin, yüzünü göğe doğru çevirdiğini elbette görüyoruz. sonra utanıyorum, hâlimden dilimin ucuna gelen cümlelerden… ama yolu düşündüğümde seccademin uçlarını buruk bir sevinçle düzeltmek istediğim yeri görür gibi oluyorum. mıknatısın demiri çektiği gibi kalbim de oraya çekilsin istiyorum. bu Berat’ta inşallah berate erişmek duasıyla…
beyaz bardağındaki soğumaya yüz tutmuş bitki çayından birkaç yudum aldıktan sonra siyah örtüsünü düzeltti ve yazmaya başladı;
***anlamaya gelen kalbini getirir diyordu sevdiğim bir hanımefendi. Gelirken adımlarımızın, noktası konulmuş cümleleri olduğundan bihaber miydi? Belki böyle gelmeye anlamak denmezdi. Yine de insan adım atmaya dikkat etmeliydi.
sayfayı çevirdi ve kaldığı yerden devam etti,
mim, sad, ra… oysa kalpleri temiz tutmaktı mühim olan. kül değil, kul olmaktı birinci vazifen. ve kül ol yerine kul ol diye dua etmekle aralanıyordu bazı geceler. kalabalıklar arasında parmak uçlarına baktırıyordu ve saydırıyordu bir, iki, üç diye… mim, sad, ra… teşekkürümün ve şükrümün en güzelini O’na yapmak isterim, vesile olanlara da dua etmek. türbeleri ziyaret ederken parmak uçlarımdaki yaraları saklamak yalnız dua ederken yaraların görünmesini isterim. korkaklığım ve ürkekliğim komik, kaçmalarımın, yeniden düşmelerimin bana has olduğunu da bilirim. bakmayı, görmeyi fark edene pencere çok biliyorum, sürekli parmak uçlarıma bakarak komikliğime bir yenisini daha eklemenin doğru olmadığını biliyorum. biliyorum derken bile en çok ben bilmiyorum. mim, sad, ra…
*korkma ben varım, murat menteş.
**bakara suresi 144. ayet.
*** dünya atı, ayşegül genç.