6 Bölümlük, film tadında bir dizi Kuvvetli Bir Alkış, ikindiyle akşam arasında başladım bitirdim. İncelemeyi ise yalnızca diziyi izlemiş olanlara yönelik yazacağım. Çünkü Kuvvetli Bir Alkış ne anlatıyor? Sorusuna yanıt arayacağız, Kuvvetli Bir Alkış anlatılmak istenen nedir? Bunu da dizinin sahnelerinde bulacağız. Dolayısıyla dizinin içeriğine dair epey bilgi içeren bir yazı olacak. Dizinin en kötü yanını baştan söyleyeyim: Netflix yapımı bir dizi. Google’da dizinin adıyla izle diye aratınca bir iki saçma bet reklamından sonra izlenebiliyor. Ben öyle yaptım.
Kuvvetli Bir Alkış Ne Anlatıyor?
Doğru soru bu fakat cevap daha çok ne anlatıyor odağında değil, ne anladım odağında olacak. İlk bölümden başlayalım, ileriye doğru incelemeye çalışalım. İlk olarak dikkatimi çeken sahne, bebek için yapılan alışverişin bittiği kısımdı. Bir şey unutmuşlardı, Zeynep bunu panikle hatırladı. Mehmet’e ilk sorduğu anda doğru cevabı alamadı, “bebek için sevişmeyi unuttuk” dedi. Yanlış veya mutsuz bir evlilik olduğunun ilk göstergesinin bu sahne olduğunu düşünüyorum. Sevgiye dair, yakınlaşmaya dair çiftlerin arasında yaşananların bir görev bilinciyle yaşanması ancak mutsuz bir evlilikte mümkündür.
Evlerine gelen misafirlerin tutumu, Zeynep’le Mehmet’in bu misafirler hakkında düşündükleri ise ilk bölümün başka dikkat çeken kısımları. Sipariş ettikleri yemek gelmediğinde adamın çirkinleşmesi özellikle “haftada tek karbonhidrat günümün içine ettiniz” demesi, ne kadar kalıplar içine kendilerini sıkıştırdıklarını anlatıyor. Mehmet’in rüyası sonrasında Zeynep’le konuşmaları da oldukça etkileyiciydi. Biz bu insanları gerçekten seviyor muyuz sorusuna net bir cevap verememişlerdi. Fakat rüyadan sonra “ya çocuğumuz onlar gibi olursa” endişesi karşısında ikisinin de fazla tepki vermesi, itiraf edemedikleri cevabı ortaya çıkartmaktaydı. Ortalama bir insanın zaten o misafirler gibi olduğu düşüncesi ise durumu normalleştirme çabasından başka bir şey değil.
Bebeklerin anne karnındaki konuşmasında da en çok dikkatimi çeken, Kudret’in bakış açısıydı. Kendi kararlılığı bir yana, Metin’i ikna çabası çok iyiydi. Metin, portakalda vitamin hallerini özlemesi, hayatın hakkını verememekten korkan bir bakış açısının eyleme geçmemiş hali olarak görülmeli. Zira İslâm büyüklerinden de ” ah bir saman çöpü olaydım” gibi söylemler rivayet edilmektedir. Fakat onlar ortaya koydukları çabanın yetersiz olmasından korkuyla bu davranış içerisindeler, içlerindeki büyük umut onları korkuya itmekte. Fakat Metin için aynı şey geçerli değil, o daha çok Kudret’in söylediği gibi Metin kibirli. Kudret gibi kendisine bir dava seçmiyor, hikâyesini yazmayı da reddediyor.
İkinci Bölüm
Bebeğin kaybolması sonrası paniklememe çabası hakikati inkar etmenin hayatı ne ölçüde ıskaladığını çok iyi anlatmış. Aileleri arayıp sormalarında işlenen konu, ailelerin gerçek manada yaptıklarını ortaya koyuyor. Hayat normal seyrinde akarken davranış biçimi bu olan aileler, kriz anında aşırı tepki gösterse de bunu gerçek kabul etmek pek makul değil. Burada kriz anında da her zamanki aile tavrı işlenmiş. Davranışlarımız olayların boyutuna göre şekil alıyorsa, önemsediğimiz şey olayın kahramanı değil, olayın ta kendisidir. Fakat insan, olayın değil, kendisinin önemli olduğunu düşünmek ister. Mehmet’in annesi bebeğin kaybolduğunu duyduğunda ilk tepki olarak “her şeyini kaybediyorsun” diyor, babası “yarım yamalak iş yapıyorsun iyi arayamadın” diyor. Bu bize şunu gösteriyor, bu cümleler ilk kez kurulmadı, defalarca kez kuruldu. Eğer bu olayda, olayın vehametinden dolayı normal olarak farklı bir tepki verip yardımcı olmak isteselerdi, sahte bir tutum olacaktı.
Ayrıca torunu ortada olmayan birinin geliniyle arasındaki çeyrek altını gündeme getirmesi harika bir detay. İnsanların değer algısındaki gerçek pek çok zaman bu. Altını torunundan daha çok seven binlerce insan örneği var, yalnızca bunu belli etmemeyi iyi biliyorlar.
Çocuğun geri gitmesi, sonrasında hastanede yaşananlar bu bölümün en kritik sahneleriydi. Hemşirenin, dış kapının dış mandalı olarak “üstüme vazife değil belki ama” da diyerek yaptığı konuşma… Yüzüne söylemek istediği pek çok şey olduğu halde ilk kez bu konuşmadan sonra Mehmet’in eşine telefonda bir şeyler söylemesi. Dizinin geri kalan kısmındaki tüm kırılma anları burada yaşanıyor. Birinin üstüne vazife olmadığını bildiği halde söylediği şeylerle ilişkileniyor her şey. Zeynep’in nasılsa hatırlamayacak pişmanlığı, Mehmet’in telefon konuşmasını merak etmesi gibi.
Mehmet ile Zeynep’in telefon konuşması çok açıktı, üzerine bir şeyler söylemeye gerek görmüyorum. Fakat o sondaki “yukarda Allah” söyleminin üzerine kaçmaları, hayatlarındaki sorunları dine dayandırmayı yahut dinle çözmeyi reddetmek anlamına geliyordu.
Üçüncü Bölüm
Ahu ile Metin’in konuşması, Kudret ile konuşmasının bir başka yönüydü. Kudret, sorumluluk almaktan, hikâye yaratmaktan, dava uğruna yaşamaktan bahsediyordu. Ahu tam tersi, sadece yaşamaktan bahsetti. Herkes gibi yaşamayı seçtiğini söyledi. Bir şeylerden kaçtığını inkar etmedi, onun da içinde bir boşluk olduğunu kabul etti. Bu boşlukla savaşmayı, bu boşluğun içinde kaybolmayı kabul etmediğini. Zaten Metin’in sorunu hiçbir şekilde karar verememesi, yönünün bulamaması. Hiçbir şeye de tutunmayınca depresiflikten öteye gidemiyor.
Mehmet’in Zeynep’ten cevap almak için gösterdiği çaba karşısında, nihayet aldığı cevap “boşanmak istiyorum” oldu. Hakikat yolculuğu böyledir, zordur, emek ister. Fakat hakikat güzel olan veya iyi olan değildir. Eşinin senden boşanmak istiyor olması güzel de değildir iyi de fakat hakikattir. Mehmet, sonucuna katlanamayacağı bir çabanın içindeydi. Nitekim aldığı cevap karşısında dondu kaldı, sonrasında ise konuyu geçiştirmeyi seçti.
Metin’in yere vazoyu attığı sahneden sonrası, annesine söyledikleri çok çarpıcıydı. Özellikle “ne söylediğinizi anlamıyorum diye ne yaşadığınızı da anlamıyor muyum?” aile yapısı üzerine kritik bir nokta. Annesinin babasına karşı tavrını eleştirmesi, annesinin benden tarafsın sandım demesi de öyle. Mutsuz evliliklerin, yanlış evliliklerin gerçeği burada net olarak görülmekte. Anne, baba kendi aralarında net bir biçimde anlaşamadığı için çocuğu -bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde- kendi tarafına çekmeye çalışıyor. Metin’in taraf olmadığını söylemesinde de bir gerçek var. Esasen çocuk her zaman bir tarafa daha yatkındır fakat hiçbir zaman taraf değildir. Yine de bunu söyleyecek bilinç çocukta yoktur.

Dördüncü Bölüm
Dizideki en zayıf bölüm bence bu bölümdü. Diğer bölümlerdeki açık seçikliği burada göremedim ben. Metin’in hareketleri belki bi ergene yakışacak hareketler olduğu için dizinin ilk üç bölümündeki o farklılık kaybolmuş gibiydi. Yine de inceleyelim. Annenin çocuğa aşırı yaklaşımını okulda öğretmene karşı tekrar gördük. Baba ise elalem ne der kısmından öteye geçmiyor. Öyle çocuğun ne düşündüğü filan önemli değil. Aynı şekilde çocuğun bazı sorunlarının olup olmaması da onun için önemli değil. Anne ile baba arasındaki çatışma ise bundan kaynaklanmıyor. Anne ile baba arasındaki çatışma evlilik çatışması. Fakat bunu dışa vuramadıkları için tartışmayı çocuk üzerinden yürütüyorlar. Zeynep’in doğum günü kutlamak istememesi aslında Mehmet’e karşı kendisini geri çekmek. Mehmet’in ise “boşanalım” lafına rağmen “aşkıma bi pasta yaptırayım doğum günü için” demesi kalıplarla yaşamasını gösteriyor. Doğum günüyse pasta alır kutlarız, hem böylelikle sorunları daha iyi örtbas ederiz düşüncesi. Aslında Ahu ile aynı tarafta Mehmet fakat Mehmet artık içindeki boşluğu da kabul etmiyor. Zaten biz insanlar böyle değil miyiz? Uzun süre görmezden geldiğimiz şeyi, sonrasında tüm varlığımızla inkar etmiyor muyuz?
Aile de olsa, her birey için kendisi, kendi istekleri ön plandadır. Burada bunu çok iyi görüyoruz. Zeynep hayatta oğluna tutunuyor. O yüzden doğum günü şarkısı yapmasına her ne kadar şarkı bela okumayla bitse de seviniyor. Metin, annesi için doğum günü hediyesi yaptığını söylüyor şarkıyı fakat annesini mutlu etme amacı taşıyan bir şarkı değil. Şarkının amacı annesinden övgü almak yani kendisi için. Baba figüründe ise tüm bu olanların içerisinde 3*7’nin cevabını arama isteği var. Yukarıda da söylediğimiz gibi onun da birey olarak tek derdi elelam ne der. Çünkü esasen öğretmenin söyledikleri Zeynep’ten daha çok Mehmet’in ağrına gitti. Ağrımıza giden şeyle yüzleşmeyiz çoğunlukla. Zeynep durumu kabullenip kendine göre şekillendirdi zaten. Ağrına da gitmedi bu yüzden, yüzleşti oğlunu savundu.
Beşinci Bölüm
Metin’in son halini DJ olarak görüyoruz. Ergenliğinde babasının söylediği “ayran gönüllü” lafının sonucu diyebiliriz buna. Erkek çocuk kendisini babasına ispat etmeye çalışır filan demeyeceğim. Bana kalırsa çocuk, kendisini olduğu gibi kabul etmeyene ispat etmeye çalışır. Annesi her haliyle övündüğü, babası ise hiçbir halini beğenmediği için ulaşamadığı o babasının gözünde bir yerlere gelmeye uğraşıyor. Zaten ilk sahnede de “DJ olmak kimliğimi tanımlamıyor” gibi bir şey söylüyordu. Metin gibi gideceğimiz yolu kendimiz seçmediğimiz zaman, anamız babamız bilmem nemiz için kendimizi ispat üzere hareket etmeye çalışıyoruz. Toplum içerisinde kendi hayatımızı yaşamak da kolay değil bunu kabul ediyorum. Herkes için de şart değil fakat kendimize bir dert bulmadığımızda başkalarının derdini sahiplenmek zorunda kalıyoruz.
Ahu ile konuşması sonrası düzenlenen panel, annesinin sorusu bu kısımları atlıyorum. Çünkü bu bölümün en iyi kısmı annesinin yatağının ucundaki Metin’in konuşmasıydı. Yargılama, küçümseme, dinle. Buradaki çatışmada ben şunu görüyorum. İlk olarak Metin diyor ki sen bir hikâye yazmadın, yazamıyorsun o zaman yazılan hikâyeye saygı duy. Kendisi için bu söylediklerini, hemen sonra tekrar eleştirmeye başlıyor. Sırf benim iyi bir hikâyem yok diye şuursuzlukla ortaya çıkan bir hikâyeyi beğenmek zorunda mıyım sorusuna geliyor. Burada ben Metin’e tamamıyla katılıyorum. Yine de hayat, “bu nasıl bir şuursuzluk anne” diye yakındığınızda arkasından “ben çok yalnızın anne” diye ağlatıyor. Bunu da inkar etmeyeceğim. Metin, insanları küçümsediğini düşünüyor ama aslında herkesin kendisi gibi düşünmesi gerektiğine inanıyor.
Hayatı ıskalamak, genellikle gerçeği göz ardı etmekten doğuyor. Birilerinin çok az olan “bana göre” yapılmayacak olan şeyi yapmasını küçük görüyor esasen. İnsanları değil yapılan şeyleri küçük görüyor. Sorun burada fakat küçük şeylerin hayattaki önemi yadsınamaz.
Bölümün Son Sahnesi
Son sahnede Mehmet Zeynep konuşması yine bize gösteriyor ki Metin’in annesine söyler gibi kendisine söyledikleri annesi için de geçerli. Çünkü annesinin panel için Mehmet’e söyledikleri de yargılamak, küçümsemek Mehmet’e yaptığı da dinlememek. Mehmet’in umurunda olan şeyler değil bunlar. Onun canı tavuk döner çekmiş, uzmanlar yemeyin desede o yiyor işte napsın. Metin’in kameramana kızması “bir insanın en mahrem anında ne işiniz var abi bi siktirin gidin” demesi. Yazarlığı tanımladığım şeyle örtüşüyor. Bana göre yazarlık insanın kendini ele vermesidir. Senrayo yazarımız Berkun Oya burada “dizi filan çekiyoruz evet ama bunlar tamamen gerçek, bunlar gerçekten bir insanın iç dünyası, mahremi” demek istiyor. Yani sette de olsak, bir iş de yapıyor olsak hayat bu gösterdiklerimizden ibaret diye anlıyorum bu sahneyi.
Kuvvetli Bir Alkış Son Bölüm
Bu bölümde bu kez Zeynep’in itiraflarını açık seçik bir şekilde dinliyoruz. 30 yıllık bir süreci nasıl, neye göre harcadığını itiraf ediyor. Burası da tüm açıklığı ile ortada. Fakat bunu dışa vuramıyor. Mehmet uyanınca, bunların etkisinde bir şey söylemiyor. Kendimizle konuşmak, hakikati kendimize itiraf etmek pek işlevli şeyler değil. Hakikati kendi yüzümüze bile haykırsak, yaptıklarımızla devam ediyoruz hayatımıza. Söylediklerimizle, kabullendiklerimizle, itiraf ettiklerimizle değil. Bu hayatımıza dair yapacağımız en basit şey. Esas mesele bundan sonra başlıyor. Çünkü bu itirafları yapmayan Mehmet’in, Zeynep’ten de Metin’den de en azından görünüşte daha “güzel” bir hayat sürdüğünü görüyoruz. Ben bu kısmı şöyle izah ediyorum: seni harekete geçirmeyen hakikati bilmek sana bir şey kazandırmaz. Biz söylediklerimizle değil, yaptıklarımızla yaşıyoruz.
Metin ile Kudret’in tekrar karşılaşmasına da bakalım. Kudret, sen beni hatırlamayacaksın ama ben senin için ilk arkadaşım demek geçecek içimden demişti. Davası vardı filan. Kudret, bir yazar olarak belki esas davasına değil ama bir davaya göre hareket etmeyi seçmiş gerçekten. Fakat hakikati Metin’de görüyoruz. O hatırlıyor, o biliyor, Kudret haksız çıktı. Yine de Metin, ne kendisine ne de topluma kendisini kabullendiremedi. Kendisi de kendisini kabul etmedi, toplum da. Kudret, hakikatinin dışına çıkmış da olsa, başka bir hakikat üzere (belki de sahte bir hakikat) yaşadı. Fakat yaşadı, Ahu’nun söylediği gibi olmasa da hemen şurada bi yaşam var gerçekten.
En son Metin’i öldüren yılanın fotoğrafı ilk bölümde Metin’in annesinin içindeyken çerçeveletilmiş şekilde vardı. En son da zaten Zeynep, oğlunu öpüp okşayamayınca, yılanı öpüp okşamıştı.
Kuvvetli Bir Alkış İnceleme
Şöyle genel bir şekilde incelemeye kalkarsam. Kısaca diyeceğim bazı şeyler var. Hayatta, birden fazla tipleme ile milyarlarca insan yaşıyor. Bu dizide her tiplemeden birer örnek görüyoruz. Mehmet, elalem ne der putunu ilah edinenlerden. Çocuğu için hemşirenin söylediklerine bile “babama ne derim” diye yanıt vermişti. Zeynep, evladını ilah edinenlerden çünkü hayatını yalnızca ona yönelik yaşıyor. Toz kondurmuyor, yüzüme tükürsen şükrederim diyor. Nankörlüğüne, küstahlığına her şeye olumlu yaklaşıyor. Konu gerçekten Allah olduğunda ise ikisi de hemen kaçanlardan. Metin’de bu konu da karmaşık. “Allah belanızı versin, varsa da yoksa da” söylemi işin içinden çıkamadığında söylediği bir şey. Çünkü yapabileceği insanlardaki şuursuzluğu şikayet edebileceği hiçbir şey, hiç kimse yok Allah’tan başka. Yoksa bile O’na şikayet ederim sizi diyor. Belki O’nun da kendi tarafında olduğunu düşünüyor. Varsa da yoksa da söylemi en azından söyleyen için Allah’ı zorunlu bir şekilde var kılıyor. Belki de kendisini ancak O’nunla muhatap olabilecek biri olarak görüyor.
Epey uzun bir yazı oldu, söylemek istediğim daha çok şey var fakat incelemenin yapısının dışına çıkmak, daha da fazla uzatmak istemiyorum. Yorumlarda Kuvvetli Bir Alkış dizisi üzerine komuşmaya, tartışmaya devam edebiliriz. Belki ben de burada Metin kadar yalnız kalmamak için yazıyorum 🙂
Kuvvetli Bir Alkış Simeranyada usulü değerlendirmeye geçmeden önce sosyal medya hesaplarımız:
Ayrıca bir önceki inceleme yazım için: An American in Austen Yorumu Film İncelemesi