Başlarken belirtmek istiyorum ki her filme uyarlanan eser gibi Martin Eden film de kopuk bir şekilde beyazperdeye uyarlanmış. Eksik sahneler, aktarılamayan duygular, etkileyicilikten uzak bir görsel sunmuş bize film. Bu yüzdendir ki benim naçizane tavsiyem öncelikli olarak kitabını okuyup Jack London’ın bu yarı otobiyografik eserinin lezzetini almanız. Ben yıllar evvel okuduğum vakit uzunca bir süre favori romanlarımdan birisi olacağını hissetmiştim ki hâlâ öyledir. Fakat film için aynı şeyleri söyleyemiyorum.
Martin Eden Film Konusu
Martin Eden; fakir, eğitimsiz bir denizcidir. Yıllarını denizlerde geçirmiş, hayatın acılarıyla iç içe büyümüş ve fakirliği derinden yaşamış bir denizci. Günün birinde kendisinin tam aksi eğitimli, neredeyse her konuda yetenekli bir kadınla tanışmaktadır. Bir sebeple evine gittiği vakit dikkatini odadaki tablo çekiyor, incelerken “şu tabloya bakıyordum, uzaktan çok güzel. Ama yakından sadece lekeler görüyorsun, bu bir yanılsama.” cümlelerini kullanıyor. Aslında filmde Martin’in yaşadıklarını da bu şekilde özetliyorum ben.
Martin Eden Ne Anlatmak İstiyor?
Sizce aşk insana neler yaptırabilir? İnsan aşık olduğu kişiyi her hâliyle kabul edebilir mi? Sonunda aşık olduğunuz kişinin istediği karaktere büründüğünüzde ortada hâlâ bir aşk kalır mı? Martin Eden filmi, bu soruların yanıtlarını anlatmak istiyor olabilir. Elbette anlatılmak istenenler bunlarla sınırlı da değil.
Martin aşkı için kendinden ödün vermeye çalışıyor. Sevdiği kadın burjuva sınıfından, kendisi ise basit bir işçi. Daha konuşması bile düzgün değil. Gerek diksiyon, gerek üslup olsun çokça eksiği var. Bu eksikler sevdiği kadının hoşuna gitmiyor. Martin’den kendisini eğitmesini, kibarca “yanına yakışmasını” istiyor. Aşk sanırım gözünü kör ediyor ve kendisini olduğu gibi kabullenemeyen kadın için Martin değişmeye başlıyor. Hikâye de bu noktada esas heyecanına kavuşuyor zaten.
Sürekli okuyup yazarak kendisini geliştiren Martin, hedefini bir ideale yöneltiyor; “yazar olmak”. Hem bu hayali hem de sevgilisinin yanına uygun olabilme görevini yerine getirmek için büyük bir çaba sarf ediyor.

Günün birinde bir sinema çıkışı, sevgilisi Martin’e ayrılmak istediğini söylüyor. Yazdığı şeylerin hiçbir zaman olumlu bir sonuç alamayacağını, fakirliği bu denli öne çıkartacak yazılar yazıp acıyı ön plana koymak yerine fakirlere umut vermesi gerektiğini dile getiriyor. Bu konudan ötürü sinirlenen Martin, onu yaşadığı mahalleye götürüp nasıl bir ortamda, ne şartlarda yetiştiğini ve hayatın sadece o soylu kesimden ibaret olmadığını Ruth’a göstermeye çalışıyor.
Filmde; sosyal sınıf ayrımı, grevler, yoksulluk ve sosyalizm kavramı gayet başırılı bir şekilde işleniyor. Bu noktada da filmin hakkını vermek lazım.
Bu filmde kader soylulara değil, işçilere olumlu yönünü gösteriyor ve Martin yazarlık macerasında yüzlerce defa red aldıktan sonra, ilk kez kabul ediliyor. Bu kabul, onun büyük bir yazar olmasının ilk adımını oluşturuyor. Yani artık o, arasına karışmak istediği sınıfın önemli bir üyesi haline geliyor.
Martin Eden’ın Vardığı Sonuç
Hayat bu ya işte insan, her daim hayalini elde edince mutlu olamıyor. Hatta çoğu zaman o hayale giden yol elde ettiği sonuçtan daha tatmin edici hissettiriyor. Martin için de aynı durum söz konusu. Zengin ve ideal bir adam olmak, onun için artık önem arz etmiyor. Bu durum artık onu sadece ruhsal sancılara ve bitmek bilmeyen buhranlara sürüklüyor.
Filmin sonunda ise yine kendini ait hissetiği yere yani denizin o sert dalgalarına kendisini bırakıyor. Kitaba kıyasla seyirciye bırakılmış bir son diyebiliriz. Kitap bu konuda daha netti. Her seferinde kitabı övdüğüm bir yazı oldu sanırım. Ama ilk başta da dile getirdiğim gibi film gerçekten bu konuda yetersiz. Birebir her şeyin filme uyarlanması tabii ki mümkün değil ama birçok eksiği olduğu da yadsınamaz bir gerçek.
Martin Eden Filmi İzlenir mi?
Benim bu kadar çok yerdiğime bakmayın. film müziği ve oyunculukları açısından kaliteli bir yapım. Başrol oyuncusu Luca Marinelli bu film sayesinde en iyi erkek oyuncu ödülünü almış. Filmin yönetmeni de birçok dalda ödüllere aday gösterilen bir yönetmen. Bende tatminsizlik oluşturan tek şey, kitabı okurken hayal ettiğim dünyaya filmde ulaşamamış olmam. Yani her zamanki gibi fazla beklenti hayal kırıklığı getiriyor. Hem gerçek hayatta hem filmlerde hem de her yerde.
Son olarak insan, kendisini sırf birisinin yanına daha uygun olmak için değiştirmeye çalışırsa sonunda büründüğü kişilik kendi benliğinden sıyrılmış bir et parçası hâline geliyor. Eğer gerçekten değişmek, gelişmek istiyorsanız bunu aşkınız için ya da bir başkası için değil önce kendiniz için yapmalısınız diye düşünüyorum.
Sosyal medyada bizi takip edin:
2 Yorumlar
Bi’ Görünmeyen misafir filmi incelemesi gelir mi hocam
filmin ismini çok duydum ve çok defa karşıma çıktı, artık izlemenin vakti geldi sanırım. en kısa zamanda diyelim o hâlde 🙂