En büyük Türk kimdir sorusunu milli şuurumuzu anlamlandırmak adına yanıtlamak gayesi ile bir seri oluşturmaya karar verdik. Simeranyada olarak bu soruyu defalarca kez yanıtlayabileceğimiz için En Büyük Türk Kimdir? bir seri olacak, her bölümde bir başka Türk büyüğünü ele alacağız.
Türk tarihi; kumandanlar, kurmaylar, askeri dehalar tarihidir aynı zamanda fakat bizim, Simeranya’da yaptığımız bir gönül işi dolayısıyla biz burada gönül kumandanlarından, gönül kurmaylarından bahsedeceğiz. Başlangıç olarak ise en büyük Türk Yunus Emre ile başlayacağız. Yunus Emre Türklüğünü anlamanın milli şuur meselesi olduğuna dair hiç şüphem yok.
Tarihimizi coğrafya bakımından ele alacak olursak Orta Asya Türk Tarihi – Anadolu Türk Tarihi olarak ikiye ayırabiliriz. Günümüze ulaşan pek çok unsurun Orta Asya Türk Tarihi izlerini taşıdığını görmekle birlikte, Anadolu Türk tarihinde oluşumunu tamamladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira Türkçe, Anadoluda yeniden inşa edildi, Yunus Emre’nin Türklüğü de esasen dile dayalı, bu noktadaki kritik unsurlara göz atalım.

Yunus Emre Türkçesi
Türk milleti olarak milli şuurumuzu, milli bilincimizi dilimiz olan Türkçeye borçluyuz. Bizi birleştiren, Orta Asya’dan Anadolu’ya getiren, bizi biz yapan, bize İstanbul’u armağan eden büyük güç Türkçenin gücüdür. Şüphesiz Türk milletinin tüm hazineleri de ne oradadır ne de burada, yalnızca dilindeki arı duru Türkçededir. Yunus Emre’yi de en büyük Türk yapan Türkçenin oluşumunda, gelişiminde aldığı roldür. Milleti millet yapan temel unsur edebiyatken, edebiyatı da mevcuda getiren zengin dil yapısıdır. Yunus Emre Türkçenin yalnızca konuşma dili olduğu bir dönemde, şimdi Anadolu Türkçesi yahut Batı Türkçesi dediğimiz bugünkü Türkçenin temellerini atarak kimsenin yapamadığını yapmıştı. Türkçe şiir söylemiş, hem öyle söylemişti ki herkese Türkçe’nin güzelliğini, zenginliğini öğretmişti. Milli şuurumuzu Anadolu’da yeniden inşa eden de tam anlamıyla Yunus’un Türkçesi idi. Çünkü yazılı edebiyatta da Türkçenin varlığı o dönemde kabul görmüyordu, Yunus Emre ise bunu yapılabilecek en mükemmel şekilde yaparak Türkçenin geleceğini şekillendirdi.
Bu noktadan baktığımızda tarihi açıdan Türkçenin oluşumu, gelişimi, yazılı edebiyata geçmesi büyük ölçüde Yunus Emre’nin eseridir diyebiliriz. Yunus’un yaşadığı dönemde edebiyatın, şiirin dili Farsçaydı. Nitekim çağdaşı Mevlana da dahil olmak üzere şiir söyleyen, yazan kişiler Farsça şiir yazıyordu, Türkçeyi ise günlük kullanım dili olarak kullanıyorlardı. Orta Asya’da Pîr Ahmet Yesevi bunu yapmış olsa da Türkçe şiir söyleme geleneği kültürü bizde yer etmemişti. Yunus Emre’nin Türkçeyi bu kadar muvazeneli, bu kadar mükemmel kullanması, şiirlerinin dillerden dillere dolaşması ise Türkçeyi daha o dönemde öne çıkarmayı başarmıştı. Zira Mevlana’nın oğlu Sultan Veled Türkçe şiirler yazmıştı, bunun mimarının da Yunus Emre olduğu ortadadır.
Türklüğün besleyici bir unsur olarak daima dışarıdan din ile beslendiğini söyleyebiliriz. Orta Asya’da bu Göktanrı inancı ileydi, dikkatle inceleyek olursak, Göktanrı inancının Türk kültürünün etkisiyle dönemin diğer dinlerine benzemediğini görürüz. İslam’ın kabulü de Türklükte aynı hareketin devamını sağladı. Türk tasavvufu, İslamı Türk gibi yaşamanın bir sonucu olarak doğdu. Nitekim İslam da Türk tasavvufu ile yüceldi (Hz. Ömer’in İslam’ı kabul etmesindeki durum gibi düşünebiliriz). Türk tasavvufu, Orta Asya’da Yesevi Ata ile kök salmış, Anadolu’da Yunus Emre olarak yeniden doğmuştur. O tarihlerden bugüne dek Türkiye de daima Türk tasavvufunun gölgesinde varlığını sürdürmüştür.

Türk Tasavvufu
Türk tasavvuf terimleri ile İslami terimler de yine büyük çoğunlukla Yunus Emre ile Türkçede karşılıklarını bulmuşlardır. Yani milleti oluşturan unsurun dili olduğunu düşünürsek, Türkçenin de Anadoluda temelini Yunus’un attığı bilgisiyle Yunus’un Türk tarihindeki yerini daha iyi anlayabiliriz. Bizi birleştiren unsurun Türkçe olduğunu söylemiştik, Yunus Emre’nin de bizzat yaşayan Türkçe olduğunu net bir şekilde ifade edebiliriz. Dolayısıyla bizi birleştiren nedir sorusuna Yunus Emre yanıtını vermemiz de çok yerinde olacaktır.
Türkiye’nin ortalama 150 yıldır büyük tartışmaların odağında olduğunu söyleyebiliriz. Kutsalımız İslam bile hatta şu sıralar Türklüğümüz bile tartışma konusu, bu noktada birleştirici tek unsur olarak karşımıza yine Türkçe çıkıyor, tartışmaların odağında da hiçbir zaman Türkçe olmadı diyebiliriz. Yunus Emre de Türkçe gibi Türk tarihinin -ciddi akademik bir çalışma ortaya konulacak olursa ispatı da mümkündür- en tartışmasız ismidir. Nitekim Yunus Emre, tüm dünyadad karşılık bulmuş bir isimdir. İdeolojik açıdan da paylaşılamadığını bile söyleyebiliriz.
Tarikatlar Türkiye’nin asli unsuru olarak Yesevi Ata’dan bu yana her devirde önemli rol oynadı. Bugün bile cumhuriyet döneminde yine tarikatlar kime oy veriyorsa, ülkeyi o yönetiyor. Yani tarikatların etkisini görmezden gelmek hiçbir dönemde mümkün olmadığı gibi yine mümkün değil.

Tarikatlar, Yunus Emre, Türk Devleti
Osmanlı’nın kuruluşunda anlatılan Osman Gazi’nin Şeyh Edebali rüyasını bilirsiniz. Osman Gazi, Edebali’nın müridir, yani Osmanlı’nın kurucusu bir tarikatın bendesidir. Fatih Sultan Mehmet’in Akşemseddin’in müridi olduğunu, diğer padişahların da yine bir tarikata bağlılığının bulunduğunu biliriz. Osmanlı döneminde Halveti, Rifai, Mevlevi, Nakşi, Bayramî gibi pek çok tarikat etkinlik göstermiştir. Bugün olduğu gibi bu tarikatlara halkın teveccühü fazlaca olmuştur. Her biri farklı bir tarikat olsa da özünde hiçbiri bir diğerini yalanlamamıştır. Bugün tarikatların birbiri ile kavgalı olması meselesi buna dahil değildir zaten Yesevi Atamız bu işin başında, sonunu görmüş, “Ahir Zaman Şeyhleri” adında bir şiir söylemiştir. Yani en çok günümüzde olmak üzere tarikatlar arasında da zaman zaman anlaşmazlıkla ortaya çıkmıştır. Fakat tarikatlar konusunda da Yunus Emre’nin birleştiriciliği yine ön plandadır. Yunus’un tarikatı hangisidir diye aramaya kalksanız, bir neticeye varamazsınız. Çünkü silsilesi birkaç isim geriye giderken tarikatına dair net bir bilgi bulunmamaktadır. Buna karşı tarikatların her biri Yunus Emre’yi sahiplenmiş, her biri “Bizim Yunus” olarak görmüşlerdir. Hatta Mevleviliğin kurucusu Mevlana, Yunus Emre için ” ilahi menzillerin hangisine çıktımsa bu Türkmen kocasının izini, önümde buldum, onu geçemedim.” demiştir. Bu arada tarikat kelimesi bugün olumsuz bir kelime olarak yansıtılıyor farkındayım fakat buna aldanmayalım. Tarikat tasavvuf demektir, Allah’a ulaştıran yol demektir. Türk’e bu yolu gösteren Yunus Emre ise tarikatlar üstü bir kimliktir.
Türk musikisinin de büyük ölçüde Türk tasavvuf müziği ile mevcuda geldiğini, Türk tasavvuf müziğinin de mihenk taşının Yunus Emre olduğunu ayrıca söylemeliyiz. Neredeyse her tarikatın zikir tertiplerinde, söyleyişlerinde Yunus’un şiirleri yer almaktadır. Bu durumu tarikatlar veya Türk müziği olarak kısıtlamaya da hiç gerek yok çünkü günümüz şarkı sözlerinde, dizi-film isimlerinde, dizi-film repliklerinde yani Türkçenin olduğu her yerde Yunus Emre’nin izini görmemek mümkün değil. Nitekim felsefede de Yunus’un izi bugün yer etmiştir, gönül felsefesi Yunus Emre’ye dayandırılan bir felsefedir, son derece de kıymetlidir. “Sevelim, sevilelim / Dünya kimseye kalmaz” söyleyişi hâlâ dillerimizdedir. Bununla beraber Çalap kelimesi sanki Yunus Emre’ye özgü bırakılmış gibidir, yalnızca o kullanır, Çalap kelimesini görünce bu Yunus’un söylemi deriz. İki örnek de Yunus Türkçesidir. İkisini de anlar, tanır, bilir, severiz. İlkini kullanır, ikincisini Yunus’umuza özgü bırakırız.

En Büyük Türk Yunus Emre
Bugün vermemiz gereken gerçek kıymeti Yunus Emre’ye verdiğimizi düşünmüyorum. Belki geçmişi biraz hatırlayarak Türk halkının, dedelerimizin Yunus Emre’ye ne kadar kıymet verdiğini, onu nasıl bir noktada konumlandırdığını unutmasak, bu büyük mirasa neden sımsıkı sarılmamızın sebebini anlayabiliriz:
Türk halkı Yunus’u tanır, sever, bilir buna binaen der ki; Yunus 3000 şiir söylemiştir. Bu şiirlerden 1000 tanesini Molla Kasım yakmıştır, 1000 tanesini de suya atmıştır. Diğer 1000 taneye sıra gelirken “Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme / Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir” beytine rastlamıştır. Yunus’u o an anlamış, pişman olmuş, tövbe etmiştir. Yine Türk halkı buna mukabil demişlerdir ki; yakılan 1000 şiir gökte melekler tarafından, suya atılan 1000 şiir suda balıklar tarafından, geriye kalan 1000 şiir ise insanlar tarafından okunmaktadır.
Bir Türk ulusu düşünün; söylemleri o kadar güçlü, o kadar etkili ki meleklerin, sudaki balıkların vedahi tüm insanlığın ondan istifade ettiği, onun şiirlerini okuduğu-söylediği milletin bilincinde yer etmiş olsun. Bu denli kapsayıcı olması, az konuşup çok tesir etmesi, peygamber efendimizin özelliğidir. Efendimizin gönül hoşluğunu Yunus Emre , Türkçe ifade etmeyi başarmıştır.
Bu Türk ulusunun mirasını korumak, sahip çıkmak, sonraki nesillere aktarmak ise her Türkün şahsi görevidir. Şimdi bu görevi icra etmeye Yunus’ca bir musiki dinleyerek başlamaya ne dersiniz?
En Büyük Türk Yunus Emre hakkında akademik bilgi için bazı kaynaklar;
- https://islamansiklopedisi.org.tr/yunus-emre
- https://dkp.blob.core.windows.net/dkp-dergi-flippage/2022YunusuIsitenYarenler.pdf
- https://yumer.ogu.edu.tr/Sayfa/Index/32/yunus-emre
- http://www.eskisehir.gov.tr/kurumlar/eskisehir.gov.tr/dergi/dergi_2021_nisan.pdf#page=6
- https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/650255